Okulumdan saniye saniye izlenen Güneş patlaması.. ( :P )
Korkarım ki Güneş patlıyor.. ( I'm afraid, Sun is exploding.. )
...and her dreams...
Gelme üstüme dünya,
Hilelerini bana bulaştırma
Ya gel adam gibi anlat derdini
Ya da…                 
            Evet, tehdit ediyorum, buna da mı karışacaksın!
            Sen hayatımı elimden alırken susan ben
            Şimdi karşında dimdik ayakta
            Bu sefer, yenilmemek için burada…
Gel bir bakalım, silahlarını bırak ama
Sadece sen olarak gel
Yo, hayır! Aşkımı bana karşı kullanma,
Kıyamam, bilirsin, yalvarırım yapma
Kendin için gel dünya
Sadece bir cümle söyleyeceğim
Gel bak, bıraktım ben silahlarımı
Maskelerim çalınalı çok oldu, meraklanma
            Duygularım mı?
            En büyük silahlarım mı?
Tamam, hepsi bir kenarda,
Gel artık… Gel!
Sen misin? Bu sen misin dünya?
Çok tanıdık geldi yüzün,
Hiç yakışmamış sana bu üzerindeki,
Sen hep böyle mi gezersin dünya?
Hep siyah mıdır seni gizleyen?
Siyahlardan çık gel karşıma!
Bu sefer söz verdim dünya,
Yenilmeyeceğim sana..
En büyük darbeyi de vursan…
Yo, hayır… Biliyorsun zayıf noktamı.
Eğer onu kullanmazsan, yenilmem!
Önce sen başlaAnlat bana neden yaptığını bunu
Önemli değil gözlerimden akan birkaç damla
Devam et dünya, devam et vurmaya..
Yine hile yapma, silahsızım
Bu sefer acı bana..
Yenilmeyeceğim! Hayır acıma!
Vur… ma…
Ne olur dur dünya, yapma… dur.. 
Bugün seni çalıyor kurduğum saatler
Susmuyorlar, aklımdan çıkmana izin vermiyorlar
Sana susuyorum gecenin şizofren saatinde
Seni içiyorum yatağımdan çıkıp, kana kana...
            Seni görüyor gözlerim aynada,
            Ve sen damlıyorsun ıslak gecede camlara
            Senin sesin bu çığlık atarcasına sessizlik
            Ve sensin gözlerimin daldığı yerdeki eksiklik..
Soruyor beynim, sorguluyor delicesine
Kimim, neyim, nerdeyim, kiminim..
Nerde bu allahın cezası cevaplar, neden kaçtılar
Neden korkuyorlar..? Neden..
Bildiğim cevaplardan mı başlasam soruları bulmaya yoksa,
Peki öyleyse... neden izin vermiyorlar.. ?
                                                                                                                                 21,04,08
Sence neydi beklediğim
Nehrin karşısından bana bakan neydi
Bekledim... ne olduğunu bilmeden... görmeden
Biliyordum ama, umut gizliydi onda, beklemeliydim
Aylar geçti, bekledim yine de
                                   Yağmurun altında, güneşin sıcağında
Her zaman bekledim umutla..
            Boşluğa bakıyordum, görmez oldu gözlerim
            Bir gün hareket edemez oldum ansızın
            Yığıldım... şimdi yıldızlara bakıyordum, görmeden
Ama biliyordum işte, yıldızlar var orda, ve hep olacaklar..
Gözlerimden yaşlar süzülüyordu, sıcaklığını hissettiğim
Onları da hissedemez oldum, ama biliyordum
                                                           Akıyordu yaşlar..
Hala bekliyordum nehrin karşısındaki mucizeyi
Bana yeniden yürümeyi öğretecek olanı, onu..
Bedenim çürüyordu.. hissedemiyordum,
ama seslerini duyuyordum üzerimdeki sineklerin
Vızıldıyor, saldırıyorlardı.. artık... duyamıyordum...
                                                           Ama biliyordum, ordaydılar..
Karanlıktı gökyüzü, soğuğun tadını alıyordum..
Birkaç kelime fısıldadım geceye, duydu mu bilmiyorum...
                        Birden kamaştı gözlerim, yükseldim..
                        Yükseldikçe yükseldim ve kendi çürümüş bedenimi gördüm
Nehrin karşısından bana bakan o’nu gördüm..
Bana bakan korku... umut kılığındaki korkularım
                                               Anladım beni saran karanlığı
                                               Ve bu karanlık uğruna savaştığım ölümü
                                               Ben artık yoktum, ya da vardım da..
                                                                                              Ben göremiyordum.. değil mi..
18 04 08
neden anlayamıyorum bana anlattıklarınızı
susuyorum, dinliyorum ama bulamıyorum cevapları
neden-sonuç için kapatmışım "nasıl"larımı
ellerimi uzatıyorum, tutamıyorum
buldum, saklanmış bir "nasıl" derinlerde
senin içinmiş zamanında... senden kalmış
"nasıl" demişim.."nasıl etkiledi beni"
cevap yazmamışım karşısına
şimdi yazıyorum...
gözlerine bakıyorum, yaklaşıyorum
sadece dinliyorum, saatin olmayan tik-taklarını
bakıyorum melek yüzüne, güzel gözlerine
nereden geldim bilmiyorum, uyanıyorum...
biri geliyor, nefret dolu gözlerinde
yüreği kara bağlamış, umursanmamış
bakıyor bir bana,bir de sana
soruyor"neden o" diye, gülerek sevgime..
"o" diyorum, "çünkü seviyor"...
"hak ediyor mutluluğu, gülmeyi istiyor"
"ben" diyorum, "asıl neden ben...?"
o cevap veriyor, "yürek seni istiyor..."
umut doluyor insanların yükselen güneşe bakışları
bende ise umut, gece başlarken çalıyor kapıyı
kendimi bu karanlık hücreye hapsetmişim
bekliyorum... neyi? bilmem...
bunca zaman umudumu beklediğimi sandım
kendi kendimi kandırdım, anlıyorum...
meğer karanlıklardan beklediğim o'ymuş
ölümmüş...
acılarımın son bulacağına inandığım
umutlarım dediğim, ölümmüş..
şimdi bir kez daha doğuyor güneş
bu kez her yer renklerle bezenmiş
ben siyahı yaşıyorum kendi içimde
neden?bilmem...
kışın ortasında yeşeren ağaçlar,
benim baharımda solan hayatlar... nasıl? bilmem
umutları varken insanların, kış bile bahar olur dediler
olmasın kışlar bahar,
hayatlar solmasın...
kandırıyor muyum kendimi yine, uyanmalı mıyım? hayır...
neden?.. bilmem...
karanlığa bir nefes kadar yaklaşmıştım
artık gölgeler yoktu çevremde, yoktu güneş
elimi uzattım, karanlığı, soğuğu hissettim
ve boşluğa bıraktım kendimi, buz kesildim
düşüyordum, düştükçe görüyordum
biliyordum bir kör kuyuydu bu
beni bu hale getirenlere lanet okuyordum
gözlerimde nefret, kulaklarım sağır... düşüyordum
duydum,
sanki yıllar geçmiş gibiydi ama duydum
açtım gözlerimi arkama baktım,
baktım göremedim... ama duydum...
çabalayacak gücüm kalmamıştı, denedim
gözlerim aradı seni, derinlerdeydim, üşüyordum
görmeye yetmedi hislerim, nefret dolu gözlerim
bir çabayla tekrar denedim,
kapattım gözlerimi, gördüm... yüreğimdeki sendeydim...
gördüm, ışığı gördüm
ve mutluluğu gördüm cansız bedeninin altında...
........................
yazmazsam hiç öğrenemeyeceğim
burda mıyım, bende miyim
öğrenmezsem dayanamayacağım
üleceğim, gömüleceğim sessizce
umuda ulaşmak için çıktığım yol
doğru mu yanlış mı bilemeyeceğim
bulduğum umut mu sadece kırıntılar mı
elini tutsam mutlu olur muyum... isteyecek miyim..
ulaştığım yer gerçek mi hayal mi
kayıplar mı varoluşlar mı hissettiklerim
senin için çektiğim onca acı ebedi mi
ulaştırabilecek mi mutluluğa beni...
sebepsiz her çığlığım kayıp mı bende
gözlerindeki sevgi bambaşka mı bendekinden
sana koşan ayaklarım benim mi söyle
yoksa her bir zerrem bir parça mı senden...
Sana güveniyorum dost,
ama çevreye güvenmiyorum
senin her bir sayfanı acıtacak o insanları istemiyorum
ne hayatımda, ne hayatında...
bazen düşünüyorum, her açıdan irdeleyerek
ulaşamıyorum sonuca dost,
ulaşamıyorum...
Ben ne düşünüyorum, o ne düşünüyor
takmıyorum artık günlük,
BEN'den başkasını takmıyorum!
inanmak ve bazen güvenmek istiyorum
korkuyorum dost..
korkmamak elde mi?!
aynaya bakıyorum bazen,
geleceğimden bile korkuyorum..
öyle ki: " ilerde hiçbir şey olamayacağım,
sürüklenip gideceğim kaybolup gidişlere
kendime bakacağım göremeyeceğim
hiçler görünmez, biliyorum..." diyorum
Sana bakıyorum dost, tüm içtenliğimle
bembeyaz sayfaların var, özeniyorum
insanların bana yaptıklarını sana yapsam
ilk yapacağım ne olurdu diye düşünüyorum..
tüm beyaz sayfalarını siyaha boyamak,
sonra da her bir sayfanı yırtıp ayrı yerlere savurmak olurdu...
merak etme yapmayacağım... onlar gibi olmayacağım...
08,09,07
Sevinçlerimi özledim, gülüşlerimi çocuk gibi..
Ağlamayı, bazen içimden geldiğince küfretmeyi
Heyecanımı özledim; hep ilk günmüş gibi...
Saflığımı özledim, beyazlığımı, pamuk gibi...
Özledim dost, nefretimi özledim
Gözlerimdeki ateşi, sevemeyişlerimi
Bazen kısmayı özledim, bazen kırmayı... ama hep sevmeyi..
Evet sevmeyi özledim, tüm duygularımı silmeyi
Aşık olmayı özledim, her gün yeniden
Duygularımda kaybolup aşkta seni bulmayı
sevdiğimi haykırmayı, sarılmayı özledim..
Ve bir karşılık alıp uyuyabilmeyi... 
mutlu olabilir misin yalnız olmaktan,
ya da kalabalık olmaktan kendi şehrinde...
çık dışarı,
aç gözlerini... Sen mutsuzsun,
Ama gör bak duşarısı daha aç, daha muhtaç sevgiye...
duy ağıtları, kaçma artık!
kendi şehrinde kendi kalabalığını yaşarken sen
o ülkedeki yalnızlığı gör...
vee yine duy çığlıkları
hisset gözyaşlarını, sonra kaç dışarıdan
neden???
sana göre değil!
sen kendi şehrinde kendi kalabalığından yakınırken
onların ülkesindeki kalabalık yoksulluğu sana göre değil...
sen kaç hayattan yine
ve kapan kendi şehrine...
doğruların yalan
siyahın beyaz
günün gece olarak anlatıldığı bi yerde doğdum ben...
çok acı yaşadım
çok koştum, düştüm...
ama çok öğrendim...
aşkı öğrendim, sevmeyi
ihaneti öğrendim, itmeyi...
öyle pislik bi yerde doğdum ki ben,
gözlerim görmez, kulaklarım duymaz oldu...
ne bişey söyleyebildim
ne de bir gün geçirebildim kan görmeden
sadece ellerimle tutabildim hayalleri...
renkleri hissettim şu küçük ellerimde
onları yaktılar, onlar benim değillermiş...
sevmeyi istedim,
sevelim dedin... sevemedin, sevemedim...
öğrendim ama!
çok öğrendim...
bir günümü senle geçirdim , bir günümü kanla,
ne kan değerli senden, ne de sen değerlsin kandan...
can dedi
sadece can,
can kim? can ne? can nerde?
öyle boktan bi yerde doğdum ki ben
aşkı bulduğumda o da bitmişti
kırıntılarıyla yetindim
öğrendim ama!
çok öğrendim...
yalanların doğru
beyazın siyah
gecenin gün olduğu yerde öldüm....
20,12,2006
Ne kadar oldu fark ettin mi ellerini hissetmeyeli
Hani bir sıcak bakışım yeterdi ya sana
Gözlerimdeki mavilik soldu, soğuttu tüm bedenimi
Şimdi sadece şeffaf camlar var gözlerimden süzülen
Oysa deli bir tutkuydu yüreğimden akan
Sen değil miydin bana her zaman seveceğim diyen
Nerdesin ruhumu bedenimden çalan
Sensizliğe çoktan alıştı bu beden
Titreyerek uyumak da zor değilmiş, inandı benliğim
Şimdi tek bir gerçek var bu hayatta bahsi geçen
Cehenneme de atsalar titreyecek ellerim
Son bir kez bakayım o deli gözlerine
Sonra da sonsuzluğun şehrine çekip gideyim
Ne sen inan bana ne ben reddedeyim yine
Seni sensizken daha çok sevdim..
110408
susuzluğumda gelmesini beklediğim bir damla yağmur kadar
bekledim aylarca mutluluğu, buldum yıldızlarda
ulaşamam dediğim yere ulaştım
olamam dediğim yerdeyim...
sevemem dediğim kadar çok seviyorum, inanılamayacak kadar aşık....
keşke seninle olsam, mutlu, hayalperest...
ve seninle olsam bir o kadar gerçek
hayatı soyut yaşasam, soyutluğu tatsam
onu koklasam, görsem, dokunsam.
hayat bana her vurduğunda sana dönsem, baksam ışıl ışıl
dünyayı bulsam kalbinde... maviliğini mutlululuğun
huzurun yeşilinde yaşasam seninle,
yanımızda minik minik mutluluk sebeplerimizle
bir de kırmızı bir ağacımız olsa,
küçük bir sohbetimiz
çok olmasa kelimelerimiz, delü aşkımızdan yer çalmasalar
ışıl ışıl maviliğimle cevap versem sana
sen de sarıp sarmalayan sıcak gülümsemenle....
Mart 2007
Hak etmedik biz bu kadar acıyı
Ne böyle yanmayı, ne ağlamayı
Sabah  uyandığımızda birbirimize bakıp
"Günaydın" diyebilmeyi isterdim
deli  gibi.. 
Ama olmuyor işte,
Hayat bize göre koymuyor kurallarını
Biz, sevgimizin  saflığı ve duygularımız ile,
O ise bizi kirleterek kazanıyor...
Ben sana susuyorum savaşçı'm,
Ben senin için çırpınıyorum
Karşımda  eski sen olsan da savaşırdım,
Karşında eski ben olsa da  savaşırdı..
Savaşmak...?
Bu savaş ne için, kim için?
Mutluluğa ulaşmak  için belki,
Belki de mutluluk sandığımız maske için..
Peki ne zaman bu savaş?
Senin bana gerçekten inanıp,
Yola çıkmaya hazır olduğun zaman
Senin,
Bana uzun uzun bakıp,
"Korkmuyorum" 
dediğin zaman  savaşçı'm...
03.03.08
02:13 
Türkiye’de müzik nereye gidiyor? Kaç yıldır şahidim insanlar bu konuyu tartışır. Çok kafa yorulduğunu gördüm. Yanlış fikirler duydum ama tartışmalara girmedim çok fazla. Bu konuyu en çok önemseyenlerden biriyim, müzikle ilgilenen ve “özenti gençlik” diye adlandırılan grubun bir üyesi olarak.
Müzik nedir önce bunu bilmek lazım. Birtakım duygu ve düşünceleri belli kurallar çerçevesinde uyumlu seslerle anlatma sanatı, musiki. Bu değil cevabını öğrenmek istediğim. İnsana göre nedir müziği değerli kılan? Neden evrenseldir? Müzik ruhun gıdasıdır denir. Gerçekliği üzerinde düşündünüz mü hiç? Evet, gerçekten de öyledir. Müzikle ilgili olan kişiler çoğu zaman daha farklı duygulara sahip olurlar diğer insanlardan. Bir genelleme yapmak ne kadar doğru bilmiyorum ama yaşadıkça bunu görmekteyim. Tabii dinlenilen parçalar ruhumuzu beslerken gıda zehirlenmesine yol açarlarsa işler tersine dönebilir.
“Türkiye’de müzik” denildiğinde kişiden kişiye değişen birçok problem ve yine aynı şekilde değişkenlik gösteren birçok güzelliği vardır müziğimizin. Vazgeçilmez türkülerimiz… Türkü türkü kokar Türkiye’mizin her bucağı. Peki ya değerini bilebiliyor muyuz türkülerimizin? Türklüğü anlatan, Türkiye insanını anlatan ozanlarımızın dilinden aşkı dinlediniz mi hiç? Kaçınız biliyor “odam kireç tutmuyor”u, kaçınız duydu “ben bir küçük cezveyim”i?
Aynı şekilde çok güzel gelişmeler gösteren Türk Sanat Müziği. Son yıllardaki olumsuz gelişmelerin arasından sıyrılıp çıkmaya çalışan genç neslin güzel insanları sanatçılarımız, bu yolda hak ettikleri değeri göremeyince geri dönmek sorunda kaldılar geldikleri yoldan. Neden?.. Cevabı yine bizlerde saklı.
Son yıllarda daha bir rağbet gören “dum tıs dum tıss”lı müzikler kapatıyor asıl güzelliklerin önünü. Aslında gerçek anlamda araştırmalar yapılırsa görülecektir ki Türkiye’deki kaliteli müzik anlayışı inişli çıkışlı bir grafik çizmektedir. Kendi nostaljik parçalarımıza bakınca diğer ülkelerden biraz daha geç geliştiğimizi, bu arayı kapatmak için hızlı adımlar attığımızı ve bu hızlanmanın etkisiyle de bugün yaşadığımız “özentilik” sorunuyla karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz. Nedir bu son yıllarda ortaya çıkan özentilik? Gençliğimizin durumu ortada, daha kendi müziğimizi bilmeden oradan buradan toplanan müzik türlerinin karıştırılmasıyla oluşan ve en fazla iki ay dinlenen “yeni tarz” müzikleri dinliyorlar. Öyle kişiler gördüm ki, sadece arkadaşı dinliyor diye ya da sözleri yabancı diye aslında hiç beğenmediği bir müziği dinlemeye başlıyorlar. Şimdi bu gençliğe “özenti” mi dersiniz yoksa başka bir şey mi bilemiyorum.
Bilindiği gibi müzik de evrenselliğinin yanında bir bölünmüşlüğe sahip ve anlamadığım bir başka durum da elmayla armudu karşılaştırır gibi batı müziğiyle doğu müziğini karşılaştırmaktır. Doğu müziği, Türk müziğini de içine alır, yüzlerce makama sahiptir. Bu yüzden gelişimini üst üste sesleri bindirerek değil de enine göstermiştir. Batı müziğinde ise yalnızca iki makam ve çok seslilik kavramı vardır. Bu yüzden batı müziği aslında majör ve minör olarak adlandırdığımız o iki makamı kullanarak bu kadar ilerleyebilmiştir, boyuna bir gelişmeyle.
Türkiye’de müziği yönlendirenlerden biri de kalitesizlerin daha önde olması. Sokağa bir çıkıyoruz daha önce hiç duymadığımız bir ses. Ne sesler tutuyor birbirini ne enstrümanlar; ama şarkının sözlerinde bitiyor olay. Daha önce hiç duyulmamış sözler: “kameramanım zum yap bana!”. Onlardan öyle çok var ki! Öyle kişiler ki onlar, daha önce başka olaylara gündeme gelmiş, bir şekilde adını duyurmuş ve o olmayan sesleri, kabiliyetleriyle piyasaya girmişler. İnsanlarda da merak ile uyanan bir “kimdir” sorusu yanıvermiş. Cevaplamak için dinlemek lazım, dinledikten sonra kendi yorumundan önce çevrenin yorumunu öğrenmen lazım, daha sonra ortalama beğeniye göre favori listene alabilirsin. Böyle olmak zorunda mı? Hayır, gençlik bunu yapmamalı.
Yeniliklere açık olmalı ve onların değerini bilmeliyiz elbette ki; ama ben şahsen bin tane aynı tür insanı dinlemek yerine otuz tane kaliteli insanı dinlemeyi tercih ederim. Olay bizde bitiyor işte. Nerede yeni bir şey var sormadan soruşturmadan atlıyoruz üzerine. Kendi güzelliklerimizi görmemek için çaba harcıyoruz resmen. Yabancılaşma yolunda dilimizi de aynı şekilde kaybediyoruz. “Dil ve kültür” diyince durup düşünmemiz gerekir bir kere. En önemli unsurlardır onlar bir milletin oluşması için. Eğer ikisini kaybedersek kendimizi de kaybettik demektir.
“Türkiye’de müzik nereye gidiyor?” sorusunu “Türkiye müziği nereye götürüyor?” diye düzeltmek istiyorum. Kendi kendimizi zehirlemekten herkes zehirlendiğinde mi vazgeçeceğiz? Eğer böyle devam edersek bir gün hepimiz göç edeceğiz segâhtan, hicazdan. Bineceğiz majöre, minöre; düşeceğiz Ajdar’ın eline, göçeceğiz “Allah belanı versin!” diyerek…